21 Eylül 2006

cem yılmazın agzından cocukluğu...


Ben çocukken çok salaktım.
Edip Akbayram'ın ismini Edi zannederdim. Yani o, benim için "Edi Pakbayram"dı.
Ablama, "Nasıl olup da koca bir günü canın sıkılmadan evde oturarak
geçiriyorsun?" demiştim. "Büyüyünce insanın canı sokakta oynamak istemez ki"
cevabını vermişti. Uzunca bir süre büyüyüp büyümediğimi anlamak için kendime,
"Canın sokakta oynamayı istiyor mu?" diye sormuştum.
Annem erkeğin cinsel organını "pipi" kadınınkini "kutu" olarak tanımlamıştı. O
zamanlar TRT'de Cenk Koray'ın sunduğu "Tele Kutu" diye bir yarışma vardı.
Yarışmacılar, "Hayır Cenk Bey, ben kutumu açmak istiyorum" deyince koşarak
odadan kaçardım.

Sabahları kalktığımda aklımın hala yerinde olup olmadığını anlamak için 2+2, 3+4
gibi toplama işlemleri yapardım. Sonuçlar doğru olunca da çok sevinirdim.
Dedemle parka gittiğimiz bir gün TRT'ciler çekim için oradaydı. Beni oynarken
çektiler. Yayın günü bizim aile jeneriğinde gözüktüğüm çocuk programını izlemek
için televizyon başına geçti. Kendimi ekranda görünce, "Beni niye parkta
unuttunuz?" diye gözyaşlarına boğulmuştum.

"Geri vites" kavramım yoktu. Şoför, kolunu koltuğa atıp arkaya doğru bakınca
araba otomatikman geri geri gidiyor zannederdim.
Benden büyük kuzenlerim dondurmacıların dondurma külahlarının sivri kısmıyla
kulaklarını karıştırdığını söylemişti. İnanmıştım. Hala da külahların sivri
kısımlarını yemem. Çöpe atarım.

Babaannem bir gün gelirse sevdiğim dizilerin olmadığı bir gün gelsin istiyordum.

Abimle Karaoğlancılık oynardık. O Karaoğlan olurdu, beni de Bizans askeri
yapardı. Sonra evire çevire döverdi. Çok mühim bir şey yaptığımı sandığım için
canım yansa bile hiç sesimi çıkarmazdım.
Yeşil ve siyah zeytinin ayrı ağaçlarda yetiştiğini sanırdım.
Bulmacalardaki, "Annenin erkek kardeşi" kısmına dayımın beş harfli ismini
sığdırmaya çalışırdım.

Anaokulunda patates baskısı yapmayı öğrenmiştik. O kadar hoşuma gitmişti ki,
evde duvarlara, masa örtülerine filan basmıştım. Ancak sanat merakım annemin
yeni aldığı beyaz eteğe patatesi yapıştırmamla son bulmuştu. Hem gönlünü almak
hem de el koyduğu patateslerime kavuşmak için dahiyane bir fikirle öğretmenimin
yanına gittim. "Annem" yazısını patatese oydurttum. Sevinçle eve gelerek
soyundum. Renkli boyalara batırdığım patatesi vücudumun her tarafına bastım.
Sonra da annemin karşısına geçtim. Beni o halde görünce ağlamaya başlamıştı.

Madonna ile Maradona'yı kardeş zannederdim. Kendi kendime, "Bunların babası ne
şanslı be. Bir çocuğu futbolun kralı, biri müziğin kraliçesi" derdim.
Birinden özür dilediğim zaman Allah'ın bana bir özür vereceğini sanırdım. Sakat
olacağımı düşünüp hemen "dilediğim özrü" geri alırdım.

Kurban Bayramı'nda toplanan derilerden uçak yapıldığını sanırdım. Uçakların dış
yüzeyi bu derilerle kaplandığı için Türk Hava Kurumu'nun topladığını
düşünüyordum. Uçak kaçırma filmlerinde silahla ateş edildiğinde ya da a
patladığında, "Ayyy! Deri delindi!" derdim.

"Gil" diye konuşanları fakir zannederdim.
Annem banyodan çıktıktan sonra babamın söylediği, "Sıhhatler olsun" lafını
"Saatler oldu" diye anlardım. Bunun da, "Banyoda amma çok kaldın" gibi bir şey
demek olduğunu sanıp babamın anneme kızdığını düşünürdüm. Annemin buna karşın
niye sadece, "Sağol" dediğini merak ederdim. "Ne kibar kadın", derdim.

Sizinde var mıydı böyle garip takıntılarınız.Örneğin ben hep Tansu Çiller le Mesut Yılmaz ı karı koca, Dr. olarak anılan herkesi de hastanedeki doktor zannederdim.dahasını anlatamıycam valla çok daha korkuçları vardı.


alıntıdır, dogrulugu yazının kime ait oldugu kimi anlattığı tartışılabilir.

0 yorum: